Cumhuriyet öncesi bu unvanların hangisini tercih edersiniz diye sorulduğunda hiç şüphesiz “Mehmet efendi” tercih edilirdi. Çünkü efendilik, beylikten de ağalıktan da daha fazla saygın bir ünvandı. Bey ünvanı eski Türkçede “bay” dır. Bu da zengin anlamına gelir. Bu zenginlikten kastedilen, mülk ve varlık zenginliğidir.
Köydeki zenginlerimiz ise “Ağa” ünvanlıyla isimlendirilir. “Efendi” ler ise eskiden gerek bilgelikle, gerekse bilgi ve görgüleriyle, ortaya koydukları eserleriyle toplumun sevgisini ve saygısını kazanan kişilerdi. Klasik Türk müziğine ciddi katkıları olan “Dede efendi”, edebiyat tarihimize unutulmaz katkıları olan “Ahmet Mithat” efendi, ünlü bestekarlarımızdan Tatyos efendi, bu ünvanları ortaya koydukları eserleriyle, efendiliği hak ederek anılan kişilerdi. Zamanla “efendilik” ünvanı değişime uğramış ve toplumun kapıcılık, müstahdemlik ve amelelik gibi hizmet sektörü mensuplarına verilen bir unvan haline getirilmiş oldu.
Günlük hayatta ve dizi filimlerde “Mehmet efendi” ya kapıcıdır, ya da ortalık temizliği ve çay kahve ikramı yapan müstahdem, yani “hizmetli”dir. Bir vatandaş, talebini iletmek üzere bir resmi daire amirinin karşısına çıktığında sözlerine “Hasan efendi” diye başladığında girdiği müsabakanın ilk raundunu başlangıçta beş-sıfır yenik başlamış boksör gibidir. Olacak bir işi, bu hitabı yüzünden ya daha başlangıçtan itibaren olmaza doğru seyreder ya da gecikmelere uğrar. Maalesef zamanla değişen değer yargıları sonucu günümüzde efendilik, saygın bir ünvanı temsil edemez bir hale getirilmiştir..
Bey’lik ise karizmatik ya da varlık sahibi olunan bir gücü temsil ettiği için yetkili bir daire amirine veya zengin biri ise ona “Mehmet bey” diye hitab edilir. Bey’lerin eski tabir ile efendi olmalarına da pek fazla gerek kalmamıştır. Bu kişilerin ekseriyeti saygıyı hak etmiş olsalar da olmasalar da bunlara mutlaka “Mehmet bey” diye hitab edilir. Bu kişilerin bazıları öylesine havalanır ki, kendilerini yönetmekte oldukları kitlelere Allah’ın bir lütfu olarak gönderildiklerini sanırlar.
Bunların ayağını yerden kesip havalandıranlar ise genellikle çevrelerine yuvalanmış olan yağcılar, diğer bir tabir ile yalakalardır. Öyle ki “Mehmet bey” dedikleri kişi geğirerek mide gazını çıkardığında dahi “aynen buyurduğunuz gibidir Mehmet bey” diyerek yalakalık yaptıkları kişilerin ayaklarını yerden keserler. Yüzlerine karşı “Sen heykeli dikilecek adamsın Mehmet bey” dedikleri kişinin, sahip olduğu gücü kaybetmesi halinde ise bu yalakalar, heykelini dikmeye kalktıkları Mehmet bey’i tepesi üstü yere dikmek için biribirleriyle yarış ederken yalakalık yapabilecekleri yeni bey’lerin arayışına girerler. Allah cümle beylerimizi böyle yalakaların yakınlık ve dostluklarından korusun.
“Mehmet ağa” ünvanı ise günümüzde özellikle kırsal bölgelerde varlık sahibi olmuş kişilere uygun görülen bir ünvandır. Mehmet ağa’nın yükseköğrenim görmesi veya görgü kurallarına pek de fazla uyması beklenmez. Varlık sahibi, zengin bir kişi olması yeterlidir. Yükseköğrenim görüp köyüne dönmüş olsa dahi, tarımsal üretim ile veya ticaret yaparak varlık sahibi olmuş, başında kasketi veya (şimdilerde pek giyilmese de) fötr şapkası var ise o kişi “Mehmet ağa”dır. Mehmet ağa, yüzyıllardır değişmeyen bir gelenek ile gittiği yerde samur kürkü gereği altına kaba minder konulan, ziyaretine gittiği resmi ve özel kuruluş yöneticilerinin “buyurun Mehmet ağa” diye yer gösterip kahve ısmarladığı saygın kişidir. Eskiden Mehmet ağalar, yelek düğmeleri arasından şimendifer marka köstekli saatin zincirleri sarkıtan, başı föterli, bir adım gerisinde yürüyen kahyalarıyla birlikte gezerlerdi. Zamanla kahyalar da “Mehmet ağa” olunca kahyasız gezmeye, hatta fötr şapkayı da çıkarıp, başı açık gezmeye başladılar.
Köyünde yaşamakta olan Mehmetlerimiz, yükseköğrenim görüp bir dairede amir veya bir şirkete sahip olup “Mehmet bey” olamayacağına göre onların ulaşabileceği nihai hedef “Mehmet ağa” olabilmektir. Köydeki hayatını terk edip şehre indiğinde ne yapsa ne etse “Mehmet bey” olamayacağını bildiğine göre ona düşen köyünde çabasıyla çalışkanlığıyla “Mehmet ağa” olmaya çalışmaktır.
Mehmet ağa olmak son beş yıla kadar biraz zor olmakla birlikte hiç de imkansız değildi. Yeter ki emeğini, toprağını, sahibi olduğu imkanları zamanında ve yerinde kullanabilsin. Günümüzde enflasyonun doludizgin koşmakta olan bir at misali nerede duracağı belli olmadığı için maalesef Mehmet efendilerin Mehmet ağa olmaları pek mümkün görünmüyor. Zaten ürettiği ürün için harcadığı giderler, mahsülünün satış gelirlerinin gerisinde olan Mehmetler, yıllardır çekmekte oldukları zararı daha fazla çekemiyeceklerini anladıkları için köylerini, varsa bile üç beş parça tarlalarını, köydeki eviyle birlikte ağıl ve ahırlarını da terk ederek büyük şehir merkezlerine göç etmekteler. Asgari ücretli de olsa sigorta pirimlerinin yatırıldığından emin oldukları bir işte çalışabilmek için iki göz odada oturabilecekleri bir gecekonduda yaşamayı göze alıyorlar.
Her ne kadar zor da olsa köyünde yaşamakta olan Mehmet efendileri Mehmet ağa yapamazsak, ülkemizi daha zor günler bekliyor. Kendi ülke tüketimine yeterli gıda ürünlerini kendisi üretemeyip, ithalat ile ihtiyaçlarını karşılamakta olan ülkelerin ödeyeceği bedeller yıldan yıla artarken sosyal patlamalar da kapı önüne dayanmış durumdadır. Oy kaygılarını bir kenara bırakıp bir an önce gereken önlemler alınmazsa ülkemizi çok zor günler bekliyor.
Ali Şükrü TUNÇEL
Ziraat Yüksek Mühendis
Haftaya “Mehmet efendileri Mehmet Ağa” yapmamız mümkün müdür?